eva.l

pauker.at

Deutsch
letzte Änderung 17.04.2009
Seite empfehlen

Redewendungen / Sprichwörter

Geschichte von eva.l, korrigiert von cesurly.

Yasemin otuzuncu yaş gününde çok üzüldü, bütün gün iç geçirdi, hatta hüngür hüngür ağladı. Onu kutlamak üzere cümbür cemaat gelmişlerdiyse de, Yasemin misafirleri karşılamak ve o günün tadını çıkarmaktansa, apar topar evden dışarı fırlamayı tercih etti. “Onlar zaten uzaklardan gelmediler. Taş çatlasa beş dakika sürer geldikleri yol, şunun şurası on adımlık yer.” dedi kendi kendine. Biraz sonra Yasemin'in yerinde yeller esiyordu.
Uzaklardan gelen akrabaları ise, “Ne oluyor burada?” diye düşündüler, “Bu kızın nesi var? Keçileri mi kaçırdı acaba? Yoksa, fertiği mi çekti?”
Yasemin’in annesi telaşlandı, “Aman Allahım, şom ağızlı olmayın Allah aşkına!” diye bağırdı. Ama sonra, Yasemin’in son günlerde abuk sabuk konuştuğunu, buluttan nem kaptığını ve maymun iştahlı olduğunu hatırladı. Anneannenin içine kurt düştü; “Kız otuz yaşına ulaştı ve hâlâ bekâr.” dedi; “Evlenmeye can atıyormuş gibi bir hali yok ama yine de onu bir an önce baş göz etmeli, bir damat bulmalıyız.”
Yasemin’in amcasıysa, kaşla göz arasında yakışıklı bir genç buldu, getirdi. “Bu, Deniz.” dedi, “Çoktandır Yasemin’e göz dikmiş.” Amca böyle konuşunca, Deniz renkten renge girip, “E-e-evet.”’den başka bir şeyler söyleyemedi.
Anne ise, “Belli bir sebep olmadan ezilip büzülen bir damat istemem.” dedi.
Deniz bunu duyunca, “Tencere dibin kara, seninki benden kara.” dedi.
Anneyse, “Deveye boynun eğri, demişler; nerem doğru ki.” demiş. “Kızımın eşi sen olmayacaksın. Zaten damadımı ben seçerim.” diyerek komşu oğlanlarını çağırmaya başladı; “Kızım o kadar güzel ki, elini sallasa ellisi, saçını sallasa saçı tellisi.” dedi.
Yasemin’in babası, “Hanımım bazen hayatı tozpembe görür. Umarım yakında kızımıza layık bir damat bulur.” diye düşündü.
Yasemin neden sonra evine döndü. Orada Ali’yi bekler buldu. “Sen mi geldin?” dedi, “Sen atsan atılmaz, satsan satılmaz birisin benim için. İyi bir komşusun, ama seninle evlenemem.”
Sonraki aday Ömer’di. “Ömer’in ailesi çok zengindi, ama Yasemin ne dese beğenirsiniz? “Siz zaten varınızı yoğunuzu har vurup harman savurmaktasınız. Servetiniz yakında tükenir.” diyerek onunla evlemeye razı olmadı.
Sonra kız istemek üzere gelen Ahmet, eve girer girmez Yasemin; “Hayır, onun ayranı yok içmeye, ama tahtırevanla gider sıçmaya. Onu almam.” diye cevap verdi.
Sıra Tan'a geldiğinde ise, Yasemin; “Hayır, kel başa şimşir tarak alan bir kişiyle evlenmem.” diye itiraz etti.
Mustafa geldiğinde Yasemin; “Yok, o zaten kahve dövücünün hık deyicisidir.” dedi.
Sıra Mehmet’te iken, Yasemin; “Bu kaldırım mühendisiyle evlenmem.” dedi.
Mutlu’nun ise tencerede pişirip kapağında yediğini söyledi Yasemin.
Erol, Yasemin’e göre, Elifi görse mertek sanan, aptalın tekiydi.
Efe palas pandıras eve girdiği için Yasemin onun çok terbiyesiz olduğunu iddia ederek onu da reddetti.
Son olarak 50 yaşındaki Gökhan Bey geldi. Yasemin sadece, “Horoz ölür, gözü çöplükte kalır.” diyerek arkasına döndü.
Kısacası, kız her yumurtaya bir kulp taktı. Erkekler hepsi avuçlarını yaladılar.
Babanın etekleri tutuştu; “Eyvah. Bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu? Kız evlenmek istiyor, ama hiç kimseyi de beğenmiyor. Şimdi ne yapacağız?” diye içini çekti.
Babaanne, “O zaman kız başının çaresine baksın!” dedi.
Baba, “Sarı çizmeli Mehmet Ağa’yla mı evlenmeyi düşünüyor yoksa?” diye çaresizce haykırdı.
Yasemin yeniden ağlamaya başladığında, babaanne; “Sanırım, kaş yapayım derken göz çıkarmışız.” dedi.
Ama anne pirelenmeye başladı; “Kızım, sevdiğin birisi mi var yoksa?” diye sordu, “Yoksa “Saman altından su yürüttün” de bizim mi haberimiz olmadı?”
Yasemin önce renk vermedi; “Yok. Ayvaz kasap hep bir hesap.” dedi; “Zaten tüm erkekler aynı.” Ama sonra, Başol’a aşık olduğunu itiraf etti.
Baba, “Başol mu? İmkânsız. O aile ile merhabayı kesmiş durumdayız! Başol'un annesiyle, annen saç saça, baş başa bile gelmişlerdi, unuttun mu? Onlar, hep öküz altında buzağı ararlar. Ayrıca Başol’un babası o kadar inatçıdır ki, Nuh der peygamber demez. Dedesiyse askerdeyken kazan kaldırmış. Bütün bunları unuttun mu, kızım? Onlarla geçinilmez.” diye itiraz etti.
Fakat Yasemin; “Evet, bütün bunları biliyorum. Ama Başol benim kara gün dostum. Sizin söyledikleriniz onun yanından bile geçmemiş. Ayrıca çok güzel Türkü yakıyor ve evleri tertemiz, bal dök de yala.” dedi.
Anne kızgın kızgın, “Evleri tertemiz olsa bile, Nuh Nebi’den kalma! Onunla ancak, balık kavağa çıktığı zaman evlenebilirsin!” dedi.
Yine de sonunda baba, “Ne şiş yansın ne kebap. Belki ileride komşularımızla huzur içinde yaşayabiliriz.” diye düşündü ve anne de yelkenleri suya indirerek Yasemin’in Başol’la evlenmesine razı oldu. İki aile yeniden merhabalaşmaya başladılar. Başol’un ebeveynleri önce biraz mırın kırın etseler de, sonunda onlar da bu evliliğe razı oldular. Böylece iki aile iki gencin evlenme konusunda, işin yüze yüze kuyruğuna geldiler.
Düğünün masraflarını Yasemin’in babası çekti; kız o kadar mutluydu ki, çok büyük bir şenlik istiyordu, dolayısıyla babası çok masrafa girdi. Yasemin babasını soyup soğana çevirmiş oldu.
Düğün önceleri güzel gitse de, ilerleyen saatlerde Başol durmaksızın türkü söyleyerek Yasemin’in tadını kaçırdı. Ayrıca Başol’un küçük kardeşi terbiyesizin tekiydi. Yasemin suratını asarken, o, ikide bir makaraları koyuveriyordu.
Düğünün üzerinden kısa bir zaman geçtikten sonra Yasemin’in ailesi, o evliliğin astarının yüzünden pahalı olduğunu fark etti. Çünkü Başol türkü yakarak ve söyleyerek yeni ailesinin gelirini sağlayamadı ve Yasemin'in ailesi onlara da kol kanat germek zorunda kaldı.
Bir de Yasemin anne babasının evine çok nadir gidiyordu. Babası bağrına taş bastı. Annesi yorgan döşek yattığı sırada Yasemin nihayet ziyaretine geldi. Annesi; “Yüzünü gören cennetlik!” dedi.
Dokuz ay sonra Yasemin nur topu gibi bir kız doğurdu. Çocuk sanki "Hık demiş burnundan düşmüş" gibi Yasemin'e benziyordu. Yasemin’e göre, bu çocuk ileride okullarda dirsek çürütecek ve mutlaka doktor olacaktı.
Ne yazık ki Yasemin kayınvalidesi ile pek iyi geçinemiyordu. Kaynanasının durmadan kendisini taşladığını söylüyordu. Kaynana ise kendisini hiç bir zaman direk eliştirmediğini, ancak ara sıra, “Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!” misali, Yasemin’e bir şeyler söylemeye çalıştığını iddia etti. Yasemin ise, bütün gün deliler gibi çalışmasına rağmen hiç takdir edilmediğinden şikayetçiydi; “Tüm gün mutfaktayım, yemek pişiririm. Kendi kızı öğlenlere kadar tembel tembel yatar ona bir şey demez. Benim başım kel mi? Ben neden saatlerce ateş başında durmak zorunda kalıyorum? Orada "Önüm kavurga kavurur, arkam harman savurur” bir durumdayım, hasta olacağım!” diye şikâyette bulundu; “Kaynanam daha sonra benim pişirdiğim yemeklerini sofraya getirir. Yani, ben tutarım turnayı o çalar zurnayı! Bu evde çalışmak kalburla su taşımak gibidir.”
Yasemin maalesef biraz unutkandı. Türkü söyleyerek alış verişe gittiği sıralarda kesinlikle bir şeyler almayı unuturdu. Eve döner dönmez eksikliğini fark edip bir daha çıkmak zorunda kalırdı. O zaman kayınvalidesi, “Akılsız köpeği yol kocatırmış. Kulağına küpe olsun.” diyerek kendisiyle alay ederdi. Yasemin'in ise, kaynanasının böyle konuştuğunu duyunca, onu bir kaşık suda boğası gelirdi.
Bir gün, Yasemin kaynanasıyla tartışırken, Başol gelmiş eşini savunmaya çalışmıştı. Ama annesi sadece, “Bozacının şahidi, şıracı.” diyerek oğlunu ciddiye almamıştı.
Böylece iki üç sene geçindiler, ama sonunda evdeki durum Yasemin’in canına tak dedi. Kör ölür, badem gözlü olur, diye bir atasözü var. Yasemin, kendi aile fertlerini ne kadar sevdiğini hatırladı, Başol’u terk etmeye karar verdi ve kendi evine döndü. Zaten Başol’un türküleri ona kabak tadı vermeye başlamıştı.
Babası, “Ne dedim? Kılavuzu karga olanın, burnu boktan kurtulmaz.” diye yorum yaptı ve “Öküz öldü, ortaklık ayrıldı.” diyerek Başol’un ailesiyle merhabayı yine kesti.


Sammlung von cesurly:

Atsan atılmaz, satsan satılmaz
Für Sachen (und natürlich für Personen) die einem nicht nützen, ja sogar lästig sind, worauf man aber nicht verzichten kann.
Kabak tadı vermek.
An Attraktivität einbüßen.
Öküz öldü, ortaklık ayrıldı.
Die gemeinsame Aufgabe ist zu Ende, die Gemeinschaft wird aufgekündigt.
Kılavuzu karga olanın, burnu boktan kurtulmaz (çıkmaz).
Wer schlechte Freunde hat, kommt immer in schlechte Situationen.
Önüm kavurga kavurur, arkam harman savurur.
Vorne röste ich vor Hitze, hinten ist es kalt.
Kör ölür, badem gözlü olur.
Im Nachhinein erscheint etwas vorher Ungeliebtes als sehr wertvoll.
Canına tak demek.
Unerträglich werden.
Kaş yapayım derken, göz çıkarmak.
Etw. verschlimmbessern.
Kulağına küpe olmak.
Sich etw. hinter die Ohren schreiben.
Akılsız köpeği yol kocatırmış.
Was man nicht im Kopf hat, hat man in den Beinen.
Makaraları koyuvermek.
Vor Lachen losprusten.
Benim başım kel mi?
Warum werde ich anderes behandelt als die anderen?
Ben tuttum turnayı o çalar zurnayı.
Ich mache die ganze Arbeit und er erntet die Lorbeeren.
Dirsek çürütmek.
Die Schulbank drücken.
Bozacının şahidi, şıracı.
Der Lügner ist der Zeuge des Betrügers.
Yorgan döşek yatmak.
Bettlägrig sein.
Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla!
Jdm. etw. indirekt (über eine Drittperson) sagen.
Taş atmak
Indirekt und hämisch kritisieren. Sticheln.
Hık demiş burnundan düşmüş.
Wie aus dem Gesicht geschnitten.
Nur topu gibi.
Bildhübsches Kind.
Yüzünü gören cennetlik.
Sagt man, wenn man jdn. praktisch nie zu sehen bekommt.
Birisi bağrına taş basmak.
Einen großen Verlust oder eine große Sehnsucht ertragen ohne sich groß zu beklagen.
Astarı yüzünden pahalı olmak.
Folgekosten nach sich ziehen.
Sarı çizmeli Mehmet Ağa.
Unbekannte Person.
Nuh der peygamber demez.
Extrem stur.
Yüze yüze kuyruğuna gelmek.
Wir haben alle Schwierigkeiten gemeistert und Arbeit steht kurz vor der Fertigstellung.
Nuh Nebi`den kalma.
Vorsintflutlich.
Yanından bile geçmemiş.
Er hat damit überhaupt nichts zu tun.
Bal dök (de) yala.
Sauber wie geleckt.
Kara gün dostu.
Ein wahrer Freund.
Ne şiş yansın ne kebap.
Lass uns eine Lösung finden, die beide Parteien zufrieden stellt.
Mırın kırın etmek.
Sich hin und herwinden, um einen Wunsch nicht erfüllen zu müssen.
Merhabası olmak.
Sich grüßen.
Tadını kaçırmak.
Bei etwas, wo man Spaß haben möchte, dermaßen übertreiben, dass die Stimmung ins Negative umschlägt.
Türkü yakmak.
Ein Lied komponieren.
Kazan kaldırmak.
Rebellieren.
Soyup soğana çevirmek.
Jemandem das letzte Hemd ausziehen.
Masrafa girmek.
Viel Geld ausgeben.
Masrafı çekmek.
Die Kosten übernehmen.
Balık kavağa çıkınca.
Am Sankt Nimmerleinstag.
Horoz ölür, gözü çöplükte kalır.
Wenn ein Mann alt ist und immer noch den Mädchen nachstellt.
Saç saça baş başa.
Sich in die Haare geraten.
Merhabayı kesmek.
Den Kontakt abbrechen.
Ayvaz kasap hep bir hesap.
Es läuft immer auf dasselbe hinaus.
Pirelenmek.
Verdacht schöpfen.
Saman altından su yürütmek.
Etw. heimlich und unbemerkt tun.
Yelkenleri suya indirmek.
Die Segel streichen.
Tadını çıkarmak.
Genießen.
Renk vermemek.
Seine Gedanken und Gefühle verbergen.
Palas pandıras.
Hopplahopp, Hals über Kopf.
Bu ne perhiz, bu ne lâhana turşusu.
sich etwas vornehmen aber sich ganz anderes verhalten
Tencerede pişirip kapağında yemek.
Von der Hand in den Mund leben.
Öküz altında buzağı aramak
Etwas finden wollen, um es jemandem vorwerfen zu können.
An unmöglichsten Stellen "Schuld" und "Schuldige" suchen.
Etekleri tutuşmak.
In Aufregung geraten.
Renkten renge girmek.
Die Farbe wechseln vor Scham.
Ezilip büzülmek.
Furchtbar peinlich sein, sich in seiner Haut sehr unwohl fühlen.
Kel başa şimşir tarak.
Jd. der unnütze Dinge kauft, während Grundbedürfnisse unbefriedigt bleiben.
Kaldırım mühendisi.
Müßiggänger.
Şunun şurası.
Das ist doch ganz nah.
Elini sallasan ellisi, saçını sallasan saçı tellisi.
Wenn du mit dem Finger schnippst, hast du an jeder Hand fünf Bewerber, so toll bist du.
Cümbür cemaat.
Mit Kind und Kegel.
Bir kaşık suda boğmak.
Sich so über jdn. ärgern, dass man ihn am liebsten umbringen würde.
Elifi görse mertek sanmak.
Nicht auf drei zählen können.
Kaşla göz arasında.
Etwas so schnell und unbemerkt machen, dass keiner darauf reagieren kann.
Deveye boynun eğri, demişler; nerem doğru ki, demiş
Warum an Details meckern, wenn das Ganze nichts taugt.
Baş göz etmek.
Unter die Haube bringen.
Keçileri kaçırmak.
Plemplem sein.
Avucunu yalamak.
Das Nachsehen haben.
Fertiği çekmek.
Sich für immer entfernen, sterben.
Ayranı yok içmeye, tahtırevanla gider sıçmaya!
Kein Ayran zum Trinken, sich aber mit der Sänfte zum Scheißen tragen lassen!
Şom ağızlı.
Jemand, der das Unglück herbeiredet.
Buluttan nem kapmak.
Überempfindlich sein.
Tencere dibin kara, seninki benden kara.
Du bist kein Haar besser als ich.
Abuk sabuk konuşmak
Wirres Zeug quatschen.
Yerinde yeller esmek.
Spurlos verschwunden sein.
Can atmak.
Etw. unbedingt wollen.
İçine kurt düşmek.
Der Moment in dem man Verdacht schöpft.
Bıçak kemiğe dayanmak.
Unerträglich werden.
Yumurtaya kulp takmak.
An allem etwas auszusetzen haben.
Apar topar.
Hals über Kopf.
Maymun iştahlı.
Unbeständig, unschlüssig, launisch.
Kahve dövücünün hık! (hınk!) deyicisi.
Jemand der nichts tut, aber vorgibt, etwas zu tun.
Neden sonra.
Nachdem alles vorbei ist. Viel später.
Ne dese beğenirsin?
Was meinst du wohl, hat er gesagt?
(Hayatı) Tozpembe görmek.
Ein übertriebener Optimist sein.
Başının çaresine bakmak.
Sich selbst helfen.
Har vurup, harman savurmak.
Mit beiden Händen zum Fenster hinauswerfen.
Taş çatlasa.
Im Extremfall.
Kalburla su taşımak.
Eine undankbare Aufgabe erledigen.
Auf Urheberrechtsvorwurf antworten